BATI'DA
· Avrupa güvenlik mimarisi, artık Soğuk Savaş döneminden sonra güncellenen zemin üzerinde sürdürülemeyecektir.
· AGİT, iki karşıt bloklu dönemin uzantısıydı. Ortak ilkeler paydası bu karşılıklı denge üzerine kurulmuştu. Yine de, NATO ve AB'nin genişlediği süreç AGİT'in kurumsal varlığıyla çatışmamıştı. Bunda, AGİT'in üzerinde kurulu olduğu devletlerarası karşılıklı saygı kuralları etken olmuştu.
· Ancak, Rusya Federasyonu'nun özellikle 2008’den itibaren “near abroad” coğrafyasına kaba güçle tahakküm etmeye başlaması AGİT'in işlevselliğini de çok sınırladı.
· Bu sırasıyla olumlu ve olumsuz geçiş süreçleri aslında Avrupa mimarisinde yaşanan daha temel değişimi perdeledi. Oysa, Avrupa'nın neredeyse bütünü için ortak güvenlik ve işbirliği kuralları demokrasi ve hukuk devleti zemininde yükselmeye başlamıştı. Bu süreç, AB ve NATO'nun genişlemesiyle büyük ölçüde tamamlandı.
· Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı bünyesinde yeralmış ülkelerin çoğunluğu, Rusya ile ezeli tecrübelerinden hareketle yeni dönemde NATO güvencesini kendileri için hayati gördüler. Haklı da çıktılar.
· Rusya'nın Ukrayna'ya topyekûn saldırısı, Avrupa güvenlik mimarisinin Transatlantik demokrasiler ittifakı olarak keskinleşmesine yolaçtı. Jeopolitik ekosistemdeki bu dönüşüm, bağlantısız İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılmaları perspektifini de açıyor.
DOĞU'DA
· Rusya, “futures trading" yaparcasına, Ukrayna'nın orta vadede bile gündemde görünmeyen NATO üyeliği ihtimalini öne çekti. Oluşmasını engelleyemediği yeni mimariyi, Ukrayna'dan başlayarak geriletmeyi hesapladı. Ukrayna'yı denetlemenin hem NATO'yu hizaya getireceğini, hem de kendisine dört NATO ülkesi ve Moldova'yla doğrudan fiziki temas sağlayacağını düşündü.
· Rusya'nın Slavlık, Ortodoksluk ve kesintisiz coğrafya algısını Putin rejimiyle sınırlı görmek, en hafif deyimiyle, ihtiyatsızlık olur.
· Ukrayna’nın işgali, rejim çatışmasını jeopolitik kırılmayla üst üste getirdi. Esasen Rusya, kendi varlık alanında gördüğü Ukrayna'yı demokrasi örneği oluşturmaması için de hedef aldı. Rusya'nın, Belaruslaşmış bir Ukrayna'ya saldırması gerekmeyecekti. Zamanında Brzezinski'nin söylediği gibi, Rusya imparatorluk ya da demokrasi olabilir, ancak ikisini birden olamaz.
· Konvansiyonel gücünün sınırları Ukrayna'da açıkça görülen Rusya'nın elinde iki koz bulunmaktadır. Birincisi, nükleer silah kapasitesidir. Esasen elinde çekiçten başka gereç olmayan birinin tavrıyla, her sıkıştığında bunu gündeme getirmektedir. Son olarak, Ukrayna'ya silah tedarikine karşı bu tehdidi ima etti. Bu, onu tehlikeli bir muhatap yapar, ancak, ister taktik, ister stratejik düzeyde olsun, bu aracı kullanabileceğini sürekli ima etmesi inandırıcılığını aşındırır.
· Rusya'nın diğer ve kullanım değeri daha yüksek kozu ise Çin faktörüdür.
· Bugünkü küresel “matrix", Avrupa'da güvenliğin salt burada saldırganın dizginlenmesiyle sağlanmasına olanak vermemektedir. Soğuk Savaş'ın ardından geçen otuz yılda Çin'in yükselişi en büyük oyun değişikliğidir.
· Çin bir taraftan ABD, Avrupa ve Doğu Asya'nın büyük ekonomileriyle karşılıklı bağımlılığın ötesinde içiçelik ilişkisindedir. Diğer taraftan, bölgesel ve küresel düzeyde etki alanını genişletmektedir.
· Rusya, Çin'in Avrasya'da müttefikidir. Bunun için bir ittifak akdine de gerek yoktur. Ancak, kendisi öyle görmese de, küçük ortaktır.
· Rusya, Çin'in Pasifik ve küresel ölçekte ABD'yi dengelemeye başlamasının kendisine sağladığı ek hareket alanında, son yirmi yılda, çok mesafe kat etmiştir. Sert gücünü kullandığı Gürcistan, Ukrayna ve Suriye örnekleri bu yönde en görünür olanlardır.
· Kurumsal gelişmeler de gözden kaçırılmamalıdır. 1991’de kurulan ve daha sonra oniki üyeye genişleyen Bağımsız Devletler Topluluğu'nun 2000’lerden itibaren ekonomik ve jeopolitik koşullara bağlı olarak gevşemesi üzerine Rusya yeni adımlar atmıştır. Daha kısıtlı üye yapılarıyla Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü'nü (CSTO) ve Avrasya Ekonomik Birliği'ni (EAEU) kurmuştur. Bu düzenlemeler, Rusya'nın Çin'le birlikte yeraldığı Şanghay İşbirliği Örgütü’yle (SCO) birlikte, kesişen veya örtüşen kontrol alanları oluşturmaktadır.
· Çin için, Rusya'nın revizyonist yönelimleri ABD'nin dikkat odağının dağıtılmasında ve Avrupa güçlerinin küresel erişiminin dizginlenmesinde işlevseldir.
· Ek olarak, Çin ve Rusya aynı ideolojik sayfada olmasalar da, otoriter rejimleriyle demokrasilere karşı konumları bakımından yakınlık, hatta dayanışma içindedirler.
· Aslında, Çin'in Rusya'ya yönelik tersinden kurgulanmış ideolojik bağı da teşhis edilebilir. Rusya'nın Sovyet geçmişinin Çin bakımından çok iyi hatıralar içermediği bilinir. Çin'in gözüyle, Sovyetler Birliği'nin çöküşü de, Komünist Parti'nin ilkelerinden uzaklaşmasına bağlanmakta (aynı anlayışla, Çin’de 1989 Tiananmen katliamı doğru müdahale olarak görülmektedir), Putin ise, bunun yolaçtığı kayıpları görüp, onları telafi etmeye çalışan bir lider olarak değerlendirilmektedir. Kıssadan hisse, benzeri bir felakete Çin'de izin verilmeyeceği ima edilirken, Rusya'nın soyguncu zümre kapitalizmi perdelenmektedir.
· Rusya, Ukrayna’da sınırlı bir başarı hikayesi üretsin ya da üretemesin, Çin kazançlı çıkacaktır. İlk halde, Avrupa'da güç kullanarak sonuç alabilen bir ortağı olduğunu bilecek, ikincisinde Rusya'yı kendisine daha bağımlı kılabilecektir.
· Çin, bunlara karşılık, ekonomik bağlar üzerinden geliştirdiği jeo-stratejik hesaplarını hayata geçirmekte zorlanabilecektir. Örneğin, Çin'in “Kuşak ve Yol" girişiminin Rusya ve onun etkisindeki devletler coğrafyası üzerinden Avrupa'ya erişme şansı bugünkü koşullarda ortadan kalkmıştır.
· Kaldı ki, Çin'in Rusya'ya desteğinin sınırları bulunmaktadır. Çin ekonomisi teknoloji, talep, platform ve lojistik bakımlarından ABD ve Avrupa ekonomileriyle bütünlük oluşturmaktadır. Rusya'nın hoyratlıkları Çin'in düşünebileceği şeyler değildir. Rusya'nın inceltilmemiş saldırganlık refleksi, henüz gerçek anlamda bir yirmibirinci yüzyıl ekonomisi olamamasının da sonucudur. Putin'in konuşmaları en çok ekonomi alanında sığlaşmaktadır.
· Dahası Çin, Rusya'ya Ukrayna'da kesilen faturaya ortak olmak istemez. İşler en ileri noktaya varsa bile, belki Rusya'nın nükleer kılıcını şakırdatmasına açıktan muhalefet etmez, ancak NATO-Rusya nükleer tırmanmasının kendi boyunu aşacağını da bilir.
· Demek ki, Transatlantik güvenlik yapısının karşısında, Rusya-Çin ikilisini güç çarpanları ve sınırlamalarıyla birlikte değerlendirmek gerekecektir.
· Bu iki güç elbette öncelikle Avrasya çoğrafyasında etkilerini artıracak ya da Batı'nın alanını daraltacak ortaklar edinmeye çalışacaklardır. Bu çerçevede, boyutuyla akla gelen ilk ülke Hindistan'dır.
Bu ülkenin, Rusya'yla Sovyet döneminden beri süregelen, yoğun dokulu siyasi ve askeri bağları bulunmaktadır. Şimdi Rusya, indirimli fiyatla petrolünü de sunmaya çalışmaktadır. Ancak, Hindistan bakımından bu yakın ilişkinin başlıca bir sebebinin Çin karşısında konumunu güçlendirmek olduğu unutulmamalıdır. Hindistan'ın, eski bir Bağlantısızlık lideri olmasına rağmen, Ukrayna'nın egemenlik ve toprak bütünlüğünün açık ve vahşi ihlali karşısında Rusya'yı resen veya Birleşmiş Milletler platformlarında kınamamış olması tabii ki ilkesel ve ahlaki bir çelişkidir. Ancak yine de bundan çok derin sonuçlar çıkarılmamalıdır. Hindistan, Modi'ye rağmen hala temel demokratik kurumlarını korumaktadır, ayrıca ABD ve müttefikleriyle Pasifik'te diyalog ve işbirliği içindedir.
· Rusya, yakın vadede daha çok enerji ve gıda krizini tetikleyecek arz daralmasından medet umacaktır. Cepheleşmenin, Soğuk Savaş zamanındaki gibi ideolojik ve sistemik saikleri olamayacağı için, maddi avantajlar ve her renkten otoriter rejimlerin bekası yeni çekim platformunu oluşturacaktır.
· Bugünden ipuçları gözüken, Atlantik ve Pasifik'in artık kendi dinamiklerinin ötesinde birbirleriyle etkileşim içine girecekleridir.
Örneğin, Taiwan’da, Güney Çin Denizi'nde ya da Kore Yarımadası'nda gerilim Brüksel ve Vilnius'ta da hissedilecektir.
TÜRKİYE'DE
· Rusya'nın Ukrayna’ya saldırısının ardından, Türkiye'de hükûmetin dış politikada daha da belirginleşen söylem değişikliği üzerinde çok konuşuldu.
· NATO İttifakı'na vurgu, Batı'daki müttefik ve ortaklarımıza olumlu atıflar, bölgede uzlaşı ve işbirliği açılımları yeni bir bağlam oluşturmaya başladı.
· Bu değişim, birbiriyle örtüşen üç faktörün ürünüdür.
· Birincisi, ideolojik saiklerle ve kesintisiz bir varoluşsal olağanüstülük algısının idamesi için sert üslûp ve güç kullanımı beraberinde riskleri getirmiş, bu politika doyum noktasına ulaşmıştır.
· İkincisi, bir yandan Covid salgınıyla, diğer yandan hükûmetin rantı ve rekabet kapasitesi çok sınırlı emek-yoğun işletmeleri önceleyen radikal ekonomik tercihleri yüzünden daha da derinleşen ekonomik krizin gerektirdiği görece sükûnet ve kredi ihtiyacıdır.
· Üçüncüsü ise, Rusya'nın saldırganlığının yolaçtığı jeopolitik kırılmadır. Bu nitelik ve boyutta kırılmalar, ülkeleri temel istikrar ve güvenlik çıpalarına doğru çeker. Daha disiplinli hareket iradesi galebe çalar.
· Kısaca, hükûmetin dış politika pratiğinde izlenen farklılık niyetin değil, koşulların dayatmasının yansımasıdır.
· Bu bağlamın Rusya'yla ilişkilere etkisi katmanlıdır. Bir dizi başka ülkeyle üslûp ve vites değişikliği günün ihtiyaçlarını karşılamaya yeterken, bu ülkeyle mevcut işbirliği/çatışma yumağı ince ve kırılgan dengelerin gözetilmesini gerektirmiştir.
· Rusya’yla bölgesel ihtilaflarda karşıtlıklarımızı, operasyonel alanlarımızı kesiştirmeyerek yönetmeye çalışıyoruz. Rusya, enerji girdileri ve tahılda başlıca tedarikçimiz. İlk nükleer santralımızı kuruyor. En büyük turist grubu oradan geliyor. S-400 alımımız, Rusya'ya NATO’da uyumu dolaylı etkileme olanağı sağladı. İki ülkenin liderleri yakın temas ve uyum içindeler. Liste uzatılabilir.
· Sonuçta şöyle bir denge oluştu. Ulusal düzeyde Rusya'nın saldırısını reddediyor, Ukrayna'nın egemenlik ve toprak bütünlüğünü savunuyoruz, Montrö Sözleşmesi'nin 19uncu maddesini işletiyoruz, Ukrayna'ya verdiğimiz SİHA'lar iyi işler başarıyor. NATO Zirve bildirileriyle Rusya'nın saldırganlığını kuvvetle kınıyor, bu ülke üzerinde ağır yaptırımları da içeren uluslararası baskının korunması yönündeki kararlılığımızı vurguluyor, Çin dahil bütün ülkelere yaptırımları delmemeleri çağrısında bulunuyoruz.
Diğer taraftan, yaptırımlara katılmıyoruz, hava sahamızı kapatmıyoruz, savaşan tarafların buluşmalarında kolaylaştırıcı oluyoruz.
· Kamuoyuna hatalı şekilde “tarafsızlık" olarak yansıtılan bu yaklaşım aslında Rusya'ya karşı yukarıda özetlenen söylemin ötesinde tutum alınmaksızın normal ilişkilerin sürdürülmesinden ve bu sayede temas kanallarının da rahat kullanılmasından ibarettir. Zaten, zalimle mazlum arasında tarafsızlık zalimi kollamak olurdu.
· Zaman ilerledikçe bu dengenin uzun soluklu olamayacağını görmeye başlayacağız.
· Batılı müttefik ve ortaklarımızın, içinde bulunduğumuz koşullarda ve hükûmetin bilinen Batı allerjisi karşısında bizden daha fazlasını bu aşamada beklemedikleri anlaşılıyor. Ancak, bu kanaatkâr tutumları, Rusya'ya yönelik yaptırımların bizim üzerimizden hafifletilmesine göz yumacakları anlamına da gelmemektedir.
· Savaşın süresi konusunda farklı tahminler yürütülse de, şimdiden, savaşlı ya da savaşsız, yeni bir jeopolitik normalin içinde bulunduğumuzu biliyoruz. Bununla uyumlu konumlanmalar, zaman ilerledikçe konsolide olacaktır.
· Avrupa'da ve genel olarak demokratik ülkeler arasında kenetlenmeyi zayıflatabilecek ekonomik ve siyasi (Macaristan'da Orban'ın tavrı ya da Fransa'da Le Pen'in seçilme ihtimali gibi) gelişmeler yaşanabilir. Ancak, genel seyrin Şubat'tan itibaren oluşan varoluşsal konumlanmaya sadık kalacağı varsayılır.
· Bir süre sonra, Türkiye'nin İttifak üyeleriyle uygulamada da daha yakın bir çizgiye gelmesi istenebilir. Zira, zaman ilerledikçe, Rusya'ya karşı alınmış önlemlerin etkinliği ve yaptırımların bunları uygulayanlara getirdiği yükün ağırlığı katı ölçütlerle değerlendirilecektir. Tolerans payı düşecektir.
· Daha genel düzlemde ise, Türkiye'nin, içinde yeraldığı ülkeler topluluğu için geçerli demokratik kriterleri karşılaması istenecektir. Jeopolitik kırılma bu eksenle örtüşmektedir. Türkiye'yi keskin tercihler bekliyor.
Comments