Diplomaside, Alman filozof Nietzsche’den alıntı “şeytan ayrıntılarda" deyimi sıkça kullanılır. Bununla kastedilen, anlaşma ya da düzenleme yapılacak konunun içeriğinin incelikleri gereğince dikkate alınmazsa sonucun hüsran olacağıdır. ABD’nin iradesi doğrulusunda, NATO güçlerinin Afganistan'dan hızla çekilme sürecinde bulunduğu halihazır aşamanın ardından Türkiye'nin Kabil Havaalanı'nın güvenlik ve işletmesini üstlenmeye talip olması, konunun ayrıntısı bir yana esasının da atlandığını düşündürmektedir.
Herşeyden önce, kamuoyumuzun, bunu teknik bir yardım konusu olarak görmemesi gerekir. 14 Haziran NATO Zirve bildirisinde Havaalanı’nın hizmete devam etmesi için geçici kaynak sağlanacağının belirtilmiş olması da sorunu çözmemektedir. Havaalanı'nda üstlenilecek sorumluluk, Türkiye'yi Afganistan denkleminin parçası yapacaktır.
El-Kaide terör örgütünün 11 Eylül saldırılarının ardından ABD'nin Afganistan'da Taliban rejimini devirmesiyle başlayan yirmi yıllık süreç başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yeniden devlet tanzimi gibi abartılı bir iddiayla yola çıkan 2001 Bonn Konferansı ve burada varılan anlaşma çerçevesinde, BM Güvenlik Konseyi'nden alınan yetkiyle NATO tarafından oluşturulan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF), keza ardılı Kararlı Destek (RS) misyonu, ne Taliban'a alternatif, halkına karşı sorumlu ve ülke güvenliğini temin edebilecek bir yönetim kurulmasına aracı olabilmiş, ne de bu hareketin gerçek gücünü kırabilmiştir.
Bu şartlar, ABD'yi çıkış stratejisi içinTaliban'la zemin aramaya yöneltmiş, bunu daha ziyade çekilecek kuvvetlerinin güvenliği zemininde sağlamış, nihayet Biden Yönetimi çekilmeyi takvime bağlamıştır. Böylece, Afganistan'da Türkiye'nin de büyük risk, külfet ve emekle katkıda bulunduğu NATO misyonu, başladığı gibi, yine ABD'nin düğmeye basmasıyla bitmiştir.
20 yıllık çabanın başarısızlığı o kadar belirgindir ki, NATO Zirve bildirisinde bile bu istenmeden ifşa edilmiştir. Bildiride Afganistan ve Irak'la ilgili paragraflar arka arkaya yer almakadır. Afganistan'da NATO askeri misyonunun sona ermekte olduğu müjdelendikten ve başarıları sıralandıktan sonra, Afganların kendi barış süreçlerini, şiddetin sona erdiği ve insan haklarına saygının güvence altına alındığı bir çözüme ulaştırmaları dileğinde bulunulmaktadır. Irak bahsinde ise, IŞİD ve diğer teroristlerle mücadele alanında Irak hükûmetine desteğin güçlendirileceği kaydedilmektedir. Emelleri, niyetleri ve yöntemleri bakımından aralarında hiçbir özlü farklılık bulunmayan ve terörden beslenen bu iki çağdışı harekete karşı bulundukları ülkeler için önerilen hareket tarzları ancak bu kadar tezat oluşturabilirdi.
Bundan sonra neler olabileceğini tahmin etmek uzmanlık gerektirmemektedir. Zaten görülmeye de başlamıştır. Taliban milisleri kırsalda yaygın hakimiyetlerinin ilerisinde, şehirleri kuşatma ve boğma aşamasına geçmektedirler. Sınır geçiş noktalarını da adım adım denetimlerine alma sürecindedirler. Halk, kaçacak ülke aramaktadır. ABD ve NATO'ya yardımcı olmuş çevirmen ve rehberler aileleriyle birlikte ABD veya başka ülkelere yerleştirilmeyi beklemektedirler. Zamanında Vietnam'da olanları çağrıştıran bir ortam hüküm sürmektedir. Taliban, psikolojik üstünlüğünü terör yöntemleriyle pekiştirmektedir. Son haftalarda kız öğrencilerin ve meslek sahibi kadınların hedef alınması bu yöntemlerden yalnızca biridir.
Bu noktada Pakistan’a da değinmek gerekir. Bu ülkenin, zamanında Taliban'ın kurulmasında ve bu hareketin Afganistan’da hakimiyet sağlamasında oynadığı temel rol sır değildir. Pakistan'la o ülkede birlikte yürünebilecek yol kısadır. Pakistan elbette dostumuzdur ve Afganistan'a yönelik politikasının kendine göre gerekçeleri (iki ülke sınırını oluşturan Durand hattının Afganistan tarafından sorgulanması, Hindistan'la çekişme, stratejik derinlik ihtiyacı gibi) olabilir. Ancak, dostluğun birinci kuralı karşılıklı yapılabilecek ve yapılamayacakların bilinmesidir. Örneğin, Pakistan'ın KKTC'yi tanıma niyet ve iradesi göstermemesini biz hiç sorgulamadık.
Afganistan için, Pakistan ve Katar’ın kurmuş olduğu zeminde üçlü bir sorumluluk ilişkisi içinde bulunmak iyi bir fikir değildir. Türkiye'nin Taliban'ı hizaya getirme imkanı zaten çok kısıtlıyken, Pakistan'ın Taliban'la ilişki önceliklerinin yönlendirici olduğu bir ortamda konferans evsahipliği yoluyla veya başka angajmanlarla bir yere varılamaz. Burada, ABD'nin bizden bekleyebileceği sınırlı dengeleyici rol ise çıkar önceliklerimiz arasında bulunmamaktadır.
Bu durumda, Kabil Havaalanı’nın güvenlik ve işletme sorumluluğunu üstlenmemiz iyice havada kalacaktır. Sorun, orada güvenliği güçlendirmek için Türkiye'ye sağlanacak desteğin kapsam ve ayrıntılarının ne olacağı da değildir. Havaalanı, kısa sürede bir ada gibi ortada kalacaktır. Oradaki asker ve diğer personelimiz vatan savunması yapıyor olmayacaklar. Birinin burnunun kanaması bile kabul edilemez.
Türkiye, önderliğinde kurulup yönetilmiş “Asya'nın Kalbi, İstanbul Süreci" gibi kapsayıcı yöntemleri öncelemeli, kardeş Afgan halkına ikili plandaki desteğini ise sivil düzlemde yürütmelidir.
Comments